14 Mayıs 2013 Salı

OKUMANIN ÖNEMİ..

Okumak insanı ruh ve beyin olarak geliştirir. Olaylara bakış açımız değişir. Çevremizde olan bitenleri daha kavrar ve değerlendirmemizi ona göre yaparız. Okuyan insan çevreye pozitif enerji yayar. Okumak, insanın yaşam biçimini olumlu yönde değiştirir. Okuyan düşünür, düşündüğünü ifade eder. Okuyan toplum daha mutlu olur.
Okumayan kişiler iki kelimeyi bir araya getirmekten acizdirler. Konuşacak kelime bulamazlar. Sonuç olarak kahvehaneler tıklım tıklım dolar. İnsanlar kumar oynayarak vakit geçirmeye başlarlar. Oyun oynamaktan ve dedikodu yapan bir toplum haline gelir. Kenar semtlerimizde sokaklar boydan boya kahvehanelerle dolmuştur. Kahvehanelerin çok olması insanımızın zamanını boşa harcadığının göstergesidir. Cahil toplumun göstergesidir. Son yıllarda buna internet cefaların açılması tuzu biberi oldu. İlköğretim çağında ki çocuklar bile bu internet cefalarına takılır hale geldi. Aileler, gençler, öğrenciler, öğretmenler, esnaf, idareciler, din görevlileri okumuyor ve okutmuyorlar. Kitap okuma alışkanlığı büyüklerden örnek alınarak kazanılır. Kitap okuma alışkanlığı ailede kazanılır. Kitap okumayı alışkanlık haline getiren çocuklar ömürlerinin sonuna kadar kitap okumaya devam ederler. Kitap tartışmasız iyi bir arkadaş ve öğretmendir. Toplumumuzda büyükler televizyonun başında, gençlerimiz cep telefonunda mesaj yazmakla, çocuklarda internet cefalarda zamanlarını Boşa harcamaktadırlar. Bu sanal ve gerçek olmayan dünyanın içinde yaşamaktayız. Ailelerimiz paramparça olmaktadır. Ortak yaşam ortamımız bitmek üzeredir. Aile bireylerimiz aile içi iletişimden yoksun hale gelmiştir.


OKUMANIN ÖNEMİ..

Okumak insanı ruh ve beyin olarak geliştirir. Olaylara bakış açımız değişir. Çevremizde olan bitenleri daha kavrar ve değerlendirmemizi ona göre yaparız. Okuyan insan çevreye pozitif enerji yayar. Okumak, insanın yaşam biçimini olumlu yönde değiştirir. Okuyan düşünür, düşündüğünü ifade eder. Okuyan toplum daha mutlu olur.
Okumayan kişiler iki kelimeyi bir araya getirmekten acizdirler. Konuşacak kelime bulamazlar. Sonuç olarak kahvehaneler tıklım tıklım dolar. İnsanlar kumar oynayarak vakit geçirmeye başlarlar. Oyun oynamaktan ve dedikodu yapan bir toplum haline gelir. Kenar semtlerimizde sokaklar boydan boya kahvehanelerle dolmuştur. Kahvehanelerin çok olması insanımızın zamanını boşa harcadığının göstergesidir. Cahil toplumun göstergesidir. Son yıllarda buna internet cefaların açılması tuzu biberi oldu. İlköğretim çağında ki çocuklar bile bu internet cefalarına takılır hale geldi. Aileler, gençler, öğrenciler, öğretmenler, esnaf, idareciler, din görevlileri okumuyor ve okutmuyorlar. Kitap okuma alışkanlığı büyüklerden örnek alınarak kazanılır. Kitap okuma alışkanlığı ailede kazanılır. Kitap okumayı alışkanlık haline getiren çocuklar ömürlerinin sonuna kadar kitap okumaya devam ederler. Kitap tartışmasız iyi bir arkadaş ve öğretmendir. Toplumumuzda büyükler televizyonun başında, gençlerimiz cep telefonunda mesaj yazmakla, çocuklarda internet cefalarda zamanlarını Boşa harcamaktadırlar. Bu sanal ve gerçek olmayan dünyanın içinde yaşamaktayız. Ailelerimiz paramparça olmaktadır. Ortak yaşam ortamımız bitmek üzeredir. Aile bireylerimiz aile içi iletişimden yoksun hale gelmiştir.


2 Mayıs 2013 Perşembe

Bize Bağlı
Bu akşam da gönlümüzce bitmediyse gün,
Demek tümü bizim omuzlarımızda yükün.
Gelin, buna bir çare bulalım.
Bunca olduğumuz gayri yetmiyor.
Yarın daha iyi adam olalım.
Yarın daha sağlam, daha akıllı
Yarın daha sevdalı, daha haklı
Günün bize bağlı olduğunu bilelim.

Ne güzel söylemiş Melih Cevdet Anday. Tüm içtenliğimle bir ek yapmak istiyorum,
“Yarın daha iyi, daha güzel, daha paylaşımcı, daha kararlı olalım.”
Bize Bağlı
Bu akşam da gönlümüzce bitmediyse gün,
Demek tümü bizim omuzlarımızda yükün.
Gelin, buna bir çare bulalım.
Bunca olduğumuz gayri yetmiyor.
Yarın daha iyi adam olalım.
Yarın daha sağlam, daha akıllı
Yarın daha sevdalı, daha haklı
Günün bize bağlı olduğunu bilelim.

Ne güzel söylemiş Melih Cevdet Anday. Tüm içtenliğimle bir ek yapmak istiyorum,
“Yarın daha iyi, daha güzel, daha paylaşımcı, daha kararlı olalım.”

26 Nisan 2013 Cuma

AİLE KAVRAMI..

Ailenin bütün insan toplulukları için geçerli bir tanın ortaya koymak oldukça güçtür. Toplumlar kendi yapılarına bağlı olarak “Aile” kavramına farklı anlamlar yüklemektedir. Ailenin sosyal örgütlenmenin temel birimlerinden biri hatta “toplumun temel yapısı olduğu gerçektir. Aile anne, baba ve bağımlı çocuklardan oluşan bir kurumdur. Toplumsal bir kurum olan Ailenin yüzyıllar süren evrimi boyunca birçok değişim geçirdiğini aile yapısıyla birlikte akraba ilişkilerinin, evlilik anlayışını ve genel olarak davranış kalıplarının da değiştiği görülmektedir. İlkel toplumlardan günümüze kadar olan evriminde “kabile, sop ya da klan gibi iç içe girmiş ‘büyük aile’ den, büyükanne, büyükbaba, teyze, amca, hala gibi akrabaları içine alan “geniş aile” ye ve geniş aileden de sadece anne baba ve çocuklardan oluşan günümüzün “çekirdek ailesi” ne giden bir çizgi izlemektedir.
Toplumsal değişme sonucu kölelik ve feodallik ortadan kalkarken ailenin birimi de değişmiştir. Özgürlük ve demokrasi bilincinin gelişip yaygınlaşması ve kadınların ekonomik açıdan gittikçe etkin rol oynamaya başlamaları aile ilişkilerinin değişmesinde etkili olmuştur. 20.yy.ın ilk yarısından itibaren kadın-erkek eşitliliğinin dengeli hale gelmesiyle günümüz modern aile biçimi ortaya çıkmıştır.

AİLE KAVRAMI..

Ailenin bütün insan toplulukları için geçerli bir tanın ortaya koymak oldukça güçtür. Toplumlar kendi yapılarına bağlı olarak “Aile” kavramına farklı anlamlar yüklemektedir. Ailenin sosyal örgütlenmenin temel birimlerinden biri hatta “toplumun temel yapısı olduğu gerçektir. Aile anne, baba ve bağımlı çocuklardan oluşan bir kurumdur. Toplumsal bir kurum olan Ailenin yüzyıllar süren evrimi boyunca birçok değişim geçirdiğini aile yapısıyla birlikte akraba ilişkilerinin, evlilik anlayışını ve genel olarak davranış kalıplarının da değiştiği görülmektedir. İlkel toplumlardan günümüze kadar olan evriminde “kabile, sop ya da klan gibi iç içe girmiş ‘büyük aile’ den, büyükanne, büyükbaba, teyze, amca, hala gibi akrabaları içine alan “geniş aile” ye ve geniş aileden de sadece anne baba ve çocuklardan oluşan günümüzün “çekirdek ailesi” ne giden bir çizgi izlemektedir.
Toplumsal değişme sonucu kölelik ve feodallik ortadan kalkarken ailenin birimi de değişmiştir. Özgürlük ve demokrasi bilincinin gelişip yaygınlaşması ve kadınların ekonomik açıdan gittikçe etkin rol oynamaya başlamaları aile ilişkilerinin değişmesinde etkili olmuştur. 20.yy.ın ilk yarısından itibaren kadın-erkek eşitliliğinin dengeli hale gelmesiyle günümüz modern aile biçimi ortaya çıkmıştır.

18 Nisan 2013 Perşembe

KÜLTÜRÜN ÖNEMİ

Kültür kavramını en başta sözlük anlamıyla tanımlayabiliriz: Bir toplumun duyuş düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce, dil ve sanat varlıklarının topu, belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi. Bir başka tanımlaması ise şöyledir: Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Üçüncü sözlük tanımı şu şekildedir: Akıl yürütme, eleştirme ve beğeni yeteneklerinin öğrenim, deney ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimidir.
Kültür, bir toplumu kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim, sanat, ahlak ve dine ait değerlerdir.
Her toplumun kendi kültürü vardır ve kültürün yükselmesi, ilerlemesi ve gelişmesi medeniyetin doğuşunu sağlar. Sosyolojik çerçevede en geniş sınırlarına ulaşan kültür kavramı ‘bir yaşama biçimidir.’ Bu yaklaşımda bir toplumda bulunan ve bulunmayan bütün ifade ve etkileşim biçimleri önem kazanır. Bu anlamda kültür, insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle, davranış, düşünce sistemimizin toplamı sayılabilir. Bir bakıma ne yediğimiz, ne içtiğimiz, ne okuduğumuz, nelere sempati ile yaklaşırken, nelere tepki duyduğumuz, ait olunan grup, küme ya da toplumu karakterize eder. Günümüzde iletişimin son derece hızlı yapılabilmesi kültürel ve bilimsel gelişmelerin, anında yayılmasına olanak sağlamıştır. Bu durum kültürlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin ve etkileşimlerinin üzerine düşünülmesi gereğini çıkarmıştır.
Aslında sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı için ‘bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa, onun tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir’ diyebiliyorlar. Kültür tarihçileri insanoğlunun gelişme ve ilerleme göstererek hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını, kültürel bir varlık oluşuna yani öğrendiklerini birikiminde saklayıp yeni nesillere aktarma yeteneği ile becerisine bağlar.
 

KÜLTÜRÜN ÖNEMİ

Kültür kavramını en başta sözlük anlamıyla tanımlayabiliriz: Bir toplumun duyuş düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce, dil ve sanat varlıklarının topu, belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi. Bir başka tanımlaması ise şöyledir: Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Üçüncü sözlük tanımı şu şekildedir: Akıl yürütme, eleştirme ve beğeni yeteneklerinin öğrenim, deney ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimidir.
Kültür, bir toplumu kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim, sanat, ahlak ve dine ait değerlerdir.
Her toplumun kendi kültürü vardır ve kültürün yükselmesi, ilerlemesi ve gelişmesi medeniyetin doğuşunu sağlar. Sosyolojik çerçevede en geniş sınırlarına ulaşan kültür kavramı ‘bir yaşama biçimidir.’ Bu yaklaşımda bir toplumda bulunan ve bulunmayan bütün ifade ve etkileşim biçimleri önem kazanır. Bu anlamda kültür, insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle, davranış, düşünce sistemimizin toplamı sayılabilir. Bir bakıma ne yediğimiz, ne içtiğimiz, ne okuduğumuz, nelere sempati ile yaklaşırken, nelere tepki duyduğumuz, ait olunan grup, küme ya da toplumu karakterize eder. Günümüzde iletişimin son derece hızlı yapılabilmesi kültürel ve bilimsel gelişmelerin, anında yayılmasına olanak sağlamıştır. Bu durum kültürlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin ve etkileşimlerinin üzerine düşünülmesi gereğini çıkarmıştır.
Aslında sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı için ‘bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa, onun tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir’ diyebiliyorlar. Kültür tarihçileri insanoğlunun gelişme ve ilerleme göstererek hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını, kültürel bir varlık oluşuna yani öğrendiklerini birikiminde saklayıp yeni nesillere aktarma yeteneği ile becerisine bağlar.
 

10 Nisan 2013 Çarşamba

SEVGİNİN ÖNEMİ...


Sevgi beraberinde sabır ve hoşgörüyü de getirir. Bu nedenledir ki sevilenlerin kusurları daha kolay affedilir, bunların düzeltilmesinde sabır gösterilir ve çaba harcanır. Bu yorucu uğraşların sonucunda ulaşılan başarı ise sevene mutluluk getirir. Sevgi, yapılan işe ya da mesleğe yöneltildiğinde ise, işlerin daha özenle yapıldığı ve yapılanlarda gözle görülebilir gelişmeler olduğu dikkatleri çeker. Bunun yanı sıra, hizmetin sunulduğu bireylerden gelen olumlu geribildirimler, hizmeti sunanlara mutluluk ve başarı duygusu biçiminde geri döner ve onları daha iyi hizmet üretmeye doğru yönlendirir. İnsan yaşamında çok önemli bir yer tutan güven duygusu da yine sevginin ürünlerindendir. Sevgi ile büyütülmüş çocukların özgüvenlerinin ve özsaygılarının yüksek olduğu ve çevresindeki insanlara önyargısız, kuşkusuz, sevgi ve güven ile yaklaştıkları, daha doyumlu, mutlu ve gerek özel, gerekse mesleki yaşamlarında daha başarılı oldukları görülür. Sevgi güven ilişkisinin en belirgin biçimde gözlemlendiği yerler, sağlık kurumlarıdır. Sevgiden yoksun büyütülmüş, itilmiş ve örselenmiş çocukların sağlık kurumlarına yatırıldıklarında, apatik bir görünüm sergiledikleri, cilt ve gözlerinin ışıltısını yitirmiş, saçlarının cansız ve mat bir durumda olduğu görülür. Sevgisizlik davranışları da etkilediğinden, bu çocukların, çevresindeki insanlara karşı ilgisiz, güvensiz, tepkisiz, göz temasından kaçınma gibi davranışlar sergilemeleri olağandır. Ancak bu çocukların bakımında doğru bireyler görevlendirilir ve kendilerine sevgi ve ilgi ile yaklaşılırsa, bir süre sonra, yavaş da olsa bazı düzelmeler oluşur. Çocuklar, çevrelerine karşı ilgi göstermeye ve buna koşut, çevresindekilere güven duymaya, onlarla göz teması kurmaya, daha sonra da onlara gülümsemeye başlarlar. Olumlu değişiklikler aynı zamanda çocukların görünüşüne de yansır. Cilt, gözler ve saçlarda pırıltılar dikkatleri çeker. Kuşkusuz, bu gelişmeler, çocuğun bakımından sorumlu olanların başarısıdır. Gelişmeleri görmenin yarattığı mutluluk personeli, çocuğa daha iyi bakım verme yönünde güdüler. Böylece sevgi, sadece sevilene yarar sağlamakla kalmaz, sevenin de mutluluğuna katkıda bulunur. Bu özelliği nedeniyle, sevmek de sevilmek kadar önemli insan gereksinimlerindendir.

SEVGİNİN ÖNEMİ...


Sevgi beraberinde sabır ve hoşgörüyü de getirir. Bu nedenledir ki sevilenlerin kusurları daha kolay affedilir, bunların düzeltilmesinde sabır gösterilir ve çaba harcanır. Bu yorucu uğraşların sonucunda ulaşılan başarı ise sevene mutluluk getirir. Sevgi, yapılan işe ya da mesleğe yöneltildiğinde ise, işlerin daha özenle yapıldığı ve yapılanlarda gözle görülebilir gelişmeler olduğu dikkatleri çeker. Bunun yanı sıra, hizmetin sunulduğu bireylerden gelen olumlu geribildirimler, hizmeti sunanlara mutluluk ve başarı duygusu biçiminde geri döner ve onları daha iyi hizmet üretmeye doğru yönlendirir. İnsan yaşamında çok önemli bir yer tutan güven duygusu da yine sevginin ürünlerindendir. Sevgi ile büyütülmüş çocukların özgüvenlerinin ve özsaygılarının yüksek olduğu ve çevresindeki insanlara önyargısız, kuşkusuz, sevgi ve güven ile yaklaştıkları, daha doyumlu, mutlu ve gerek özel, gerekse mesleki yaşamlarında daha başarılı oldukları görülür. Sevgi güven ilişkisinin en belirgin biçimde gözlemlendiği yerler, sağlık kurumlarıdır. Sevgiden yoksun büyütülmüş, itilmiş ve örselenmiş çocukların sağlık kurumlarına yatırıldıklarında, apatik bir görünüm sergiledikleri, cilt ve gözlerinin ışıltısını yitirmiş, saçlarının cansız ve mat bir durumda olduğu görülür. Sevgisizlik davranışları da etkilediğinden, bu çocukların, çevresindeki insanlara karşı ilgisiz, güvensiz, tepkisiz, göz temasından kaçınma gibi davranışlar sergilemeleri olağandır. Ancak bu çocukların bakımında doğru bireyler görevlendirilir ve kendilerine sevgi ve ilgi ile yaklaşılırsa, bir süre sonra, yavaş da olsa bazı düzelmeler oluşur. Çocuklar, çevrelerine karşı ilgi göstermeye ve buna koşut, çevresindekilere güven duymaya, onlarla göz teması kurmaya, daha sonra da onlara gülümsemeye başlarlar. Olumlu değişiklikler aynı zamanda çocukların görünüşüne de yansır. Cilt, gözler ve saçlarda pırıltılar dikkatleri çeker. Kuşkusuz, bu gelişmeler, çocuğun bakımından sorumlu olanların başarısıdır. Gelişmeleri görmenin yarattığı mutluluk personeli, çocuğa daha iyi bakım verme yönünde güdüler. Böylece sevgi, sadece sevilene yarar sağlamakla kalmaz, sevenin de mutluluğuna katkıda bulunur. Bu özelliği nedeniyle, sevmek de sevilmek kadar önemli insan gereksinimlerindendir.

2 Nisan 2013 Salı

DİNİMİZDEKİ MOTİFLERİN ÖNEMİ

Türkler İslam dinine girdikten sonra ona bağlılıkları ve sevgileri o kadar artmıştır ki, İslam’a ait her şeyi kendi öz malı olarak benimsemişlerdir. Kur'an-ı Kerim, diğer milletlerde olduğu gibi Türkler üzerinde de büyük etki oluşturmuş, Türkler, Kur'an’ın ifade gücüne, edebî inceliğine hayran olmuşlardır. Bu sevgi, Kur’an’ı öğrenmek ve öğretmekle ilgili Peygamberimizin teşvik edici sözleri ile birleşince Türkler hem onu okumak, hem de onun dili olan Arapça’yı çocuklarına öğretmek amacıyla mektepler, medreseler kurmuşlardır. Kur’an ve Arapça üzerine yapılan yoğun eğitim, Arapça’nın bazı kelimelerinin Türkçe’ye geçmesine ve zaman içinde Türkçeleşmesine neden olmuştur ki bu kelimelerin büyük çoğunluğu dinî kavramlardır.
Örneğin, Kur'an’ın birçok ayetinde kullanılan “akıl” kelimesi İslam dinî içinde başlı başına bir kavram olduğu için, Türkçe’ye geçmiş, Türkler bu kelimeyi kendilerine mal edip bundan yirmi kadar deyim üretmişlerdir. “Din, iman, kader, kaza, cennet, cehennem, kurban..” kelimeleri aynı şekilde Arapça kökenli kelimeler olup sonradan Türkçeleşmiştir.
Türkçe’mizde dinî anlam içeren kelimeler çoktur. Örneğin “alınyazısı” Türkçe bir kelime olup kaderi anlatır; kader dinî inançlar içinde geniş anlamları olan bir kelimedir. “İnşallah, Allahaısmarladık, Allah’a emanet, maazallah, maşallah, selamünaleyküm, aleykümselam, Allah’a şükür...” ve daha birçokları arka planında derin İslamî anlamları ifade eden, sıkça söylediğimiz sözlerdir.
Tasavvuf edebiyatı dilimize dinî motifleri kazandıran en önemli kaynaklardan birisidir. Bu yolla gelen sözcükler kendi alanı içinde bambaşka bir dünya oluşturmuştur.

DİNİMİZDEKİ MOTİFLERİN ÖNEMİ

Türkler İslam dinine girdikten sonra ona bağlılıkları ve sevgileri o kadar artmıştır ki, İslam’a ait her şeyi kendi öz malı olarak benimsemişlerdir. Kur'an-ı Kerim, diğer milletlerde olduğu gibi Türkler üzerinde de büyük etki oluşturmuş, Türkler, Kur'an’ın ifade gücüne, edebî inceliğine hayran olmuşlardır. Bu sevgi, Kur’an’ı öğrenmek ve öğretmekle ilgili Peygamberimizin teşvik edici sözleri ile birleşince Türkler hem onu okumak, hem de onun dili olan Arapça’yı çocuklarına öğretmek amacıyla mektepler, medreseler kurmuşlardır. Kur’an ve Arapça üzerine yapılan yoğun eğitim, Arapça’nın bazı kelimelerinin Türkçe’ye geçmesine ve zaman içinde Türkçeleşmesine neden olmuştur ki bu kelimelerin büyük çoğunluğu dinî kavramlardır.
Örneğin, Kur'an’ın birçok ayetinde kullanılan “akıl” kelimesi İslam dinî içinde başlı başına bir kavram olduğu için, Türkçe’ye geçmiş, Türkler bu kelimeyi kendilerine mal edip bundan yirmi kadar deyim üretmişlerdir. “Din, iman, kader, kaza, cennet, cehennem, kurban..” kelimeleri aynı şekilde Arapça kökenli kelimeler olup sonradan Türkçeleşmiştir.
Türkçe’mizde dinî anlam içeren kelimeler çoktur. Örneğin “alınyazısı” Türkçe bir kelime olup kaderi anlatır; kader dinî inançlar içinde geniş anlamları olan bir kelimedir. “İnşallah, Allahaısmarladık, Allah’a emanet, maazallah, maşallah, selamünaleyküm, aleykümselam, Allah’a şükür...” ve daha birçokları arka planında derin İslamî anlamları ifade eden, sıkça söylediğimiz sözlerdir.
Tasavvuf edebiyatı dilimize dinî motifleri kazandıran en önemli kaynaklardan birisidir. Bu yolla gelen sözcükler kendi alanı içinde bambaşka bir dünya oluşturmuştur.

5 Mart 2013 Salı

YA ÇARESİZSİNİZ YA DA ÇARE / SİZSİNİZ...!

 İnsan fıtrat üzeri toplumsal bir varlık olarak yansıtılmıştır.Bu yüzden insan tek başın yaşayamaz veya yalnız yaşadığını zanneder.Bir insanın yaşaması insanın yapmış olduğu hatalar direkt topluma mal edilmemelidir.Çünkü insan ne ederse sadece kendine eder.Zaten insan şu dünyada en büyük kötülüğü kendine eder.Çok doğru bir söz bence ... Bencede insan yptığı en büyük kötülüğü kendisine yapmalıdır;Başkalarına zarar vermeden...Böyle insan bencil değildir bence...Tam tersi cömerttir,düşüncelidir...İnsan sadece kendisinin çaresi olabilir.Onu mutlu eden de tek kendisi olmalıdır.Bu da bencillik değildir ...

YA ÇARESİZSİNİZ YA DA ÇARE / SİZSİNİZ...!

 İnsan fıtrat üzeri toplumsal bir varlık olarak yansıtılmıştır.Bu yüzden insan tek başın yaşayamaz veya yalnız yaşadığını zanneder.Bir insanın yaşaması insanın yapmış olduğu hatalar direkt topluma mal edilmemelidir.Çünkü insan ne ederse sadece kendine eder.Zaten insan şu dünyada en büyük kötülüğü kendine eder.Çok doğru bir söz bence ... Bencede insan yptığı en büyük kötülüğü kendisine yapmalıdır;Başkalarına zarar vermeden...Böyle insan bencil değildir bence...Tam tersi cömerttir,düşüncelidir...İnsan sadece kendisinin çaresi olabilir.Onu mutlu eden de tek kendisi olmalıdır.Bu da bencillik değildir ...

26 Şubat 2013 Salı

HAYA

 
  İnsanın kendisini bazı şeylerden mahrum edip kendisini kısıtlamasıdır bence. özgürlüğünü kısıtlamak, sevincini kısıtlamak kısacası rahatlığını kısıtlamak.
  Mesala haya ettiğin zaman ailene karşı, arkadaşlarına karşı hiçbir zaman pişman olmazsın.
Haya ettiğin zaman küfürde etmezsin.Gülemezsin olur olmaz.

 

HAYA

 
  İnsanın kendisini bazı şeylerden mahrum edip kendisini kısıtlamasıdır bence. özgürlüğünü kısıtlamak, sevincini kısıtlamak kısacası rahatlığını kısıtlamak.
  Mesala haya ettiğin zaman ailene karşı, arkadaşlarına karşı hiçbir zaman pişman olmazsın.
Haya ettiğin zaman küfürde etmezsin.Gülemezsin olur olmaz.

 

19 Şubat 2013 Salı

Dilin yozlaşması ve dilde sadeleşme




Dilimiz, en değerli varlığımız. Millî bilincimiz üzülerek belirtmeliyim ki hızla yozlaşmaktadır. Yıllardır süregelen bu yozlaşma günümüzde dehşet verici boyutlara ulaşmıştır. Bunu tetikleyen en büyük neden içimizdeki aşağılık kompleksi ya da Batı özentisidir bence. Çok acıdır ki yabancı sözcükler kullanmak ya da Türkçe sözcükleri yabancı sözcüklere benzetmeye çalışmak çoğu insan tarafından seçkinlik olarak algılanmaktadır. Türkçenin yozlaşması, iki biçimde karşımıza çıkmaktadır. Birincisi Türkçe sözcüklerin yabancı sözcükler gibi yazılmaya çalışılması ya da saçma sapan şekillerde kısaltılmasıyla, ikincisi dilimize yabancı dillerden özellikle İngilizceden giren sözcüklerle..









Bizi biz yapan değerlerden utanmamız gerekir. Bizi biz yapan  ilk değer öncelikle dilimizdir.Kendi dilimize sahip çıkmazsak başka dillerin sömürüsü altında kalmamız farz olur ve bizi biz yapan dil dahil bütün değerlerimizi kaybederiz.

Yeni yetişen nesil kendi dilinden utanmakta...anlamı bilinmedik yeni kelimeler  türetmekte...Farklı olmak gayesiyle dilin doğallığından uzaklaşmakta...

ÖZENTİ OLMAK YERİNE KENDİ DİLİMİZİ KULLANMAKTA ÖZENLİ OLMALIYIZ....













Dilin yozlaşması ve dilde sadeleşme




Dilimiz, en değerli varlığımız. Millî bilincimiz üzülerek belirtmeliyim ki hızla yozlaşmaktadır. Yıllardır süregelen bu yozlaşma günümüzde dehşet verici boyutlara ulaşmıştır. Bunu tetikleyen en büyük neden içimizdeki aşağılık kompleksi ya da Batı özentisidir bence. Çok acıdır ki yabancı sözcükler kullanmak ya da Türkçe sözcükleri yabancı sözcüklere benzetmeye çalışmak çoğu insan tarafından seçkinlik olarak algılanmaktadır. Türkçenin yozlaşması, iki biçimde karşımıza çıkmaktadır. Birincisi Türkçe sözcüklerin yabancı sözcükler gibi yazılmaya çalışılması ya da saçma sapan şekillerde kısaltılmasıyla, ikincisi dilimize yabancı dillerden özellikle İngilizceden giren sözcüklerle..









Bizi biz yapan değerlerden utanmamız gerekir. Bizi biz yapan  ilk değer öncelikle dilimizdir.Kendi dilimize sahip çıkmazsak başka dillerin sömürüsü altında kalmamız farz olur ve bizi biz yapan dil dahil bütün değerlerimizi kaybederiz.

Yeni yetişen nesil kendi dilinden utanmakta...anlamı bilinmedik yeni kelimeler  türetmekte...Farklı olmak gayesiyle dilin doğallığından uzaklaşmakta...

ÖZENTİ OLMAK YERİNE KENDİ DİLİMİZİ KULLANMAKTA ÖZENLİ OLMALIYIZ....